İşte ortada kalmış konulardan biri daha: OTİZM. Bu ortada kalmışlığı şöyle izah edeyim; Şu anki mesleki anlayışlar ve işbölümü ortamında (Hem dünyada hem Türkiyede) otizm denilen bozuklukla çocuk psikiyatrisi, çocuk psikolojisi ve çocuk gelişim uzmanlığı alanları ilgileniyor
Bu bozukluğun çocuk gelişim uzmanlığı alanıyla ilişkili bir konu olduğundan şüphe yok. Ama otizm ne psikiyatrik ne de psikolojik kökenli bir konu. Peki neden ilgileniyorlar? Ağır kaçmayacağını bilsem içimden mecburen demek geliyor. Gerçekte ise bu sorunun iki yanıtı var. Birincisi, tıbbi açıdan 20 yüzyıl başlarında nörolojiyle psikiyatri arasında ortaya çıkmış olan ve bu yüzyılın sonlarına kadar tek anlayış olarak devam eden bir meslek alanı ayrımı anlayışının gereği olduğu için. Bu anlayışa göre çocuklarda ve diğer insanlarda ortaya çıkan davranış problemleri tıp alanında öncelikle psikiyatrinin ve psikolojinin konusudur. Gerçi 1900’lerin başında ortaya çıkan ve Almanların başını çektiği bazı psikiyatri doktorları başta şizofreni olmak üzere davranış bozukluğu tablolarının aslında beyindeki bozukluklara bağlı olarak ortaya çıktığını ve bunu göstermek için otopsi çalışmalarına hız verilmesi gerektiğini söylediler ama çoğunluğu oluşturan davranışçılar bu yaklaşımın bilim dünyasında yayılmasını engellediler. Arkadan da Freud’un hipotezleri gelince bu konu tam bir “yüz yıllık yalnızlık” konusu haline dönüştü.
İkincisi, geçen yüzyılın son çeyreğine kadar bu alanlar dışında kimse bu konuya el atmadı. Nöroloji zaten beynin bir çok bölümüyle ilgilenmeyi bırakmış olduğundan onlardan da ses çıkmadı. Geçen yüzyılın son çeyreğine kadar demiştik. Bu tarihin özelliği, genetik çalışmalarının ortaya çıktığı ve hızlandığı tarih olması. Bu tarihten sonra olan ise davranışçı ve psikanalitik yaklaşımlarla ve davranış bozukluğunun tipine bakarak ilaç verme yoluyla tedavi edilmeye çalışılan bozuklukların biyolojik ve çoğunun da genetik özelliklerinin öğrenilmeye başlanması.
Örneğin, 1990’ların sonlarına doğru İtalyan araştırma-cılar beyinde özel bir nöron grubu keşfettiler. Bu nöronlar amaç,işbirliği ve rekabet gözeten davra-nışlarda harekete geçiyorlardı. Karşısındakinin ne yaptığını sadece izleyen maymunların beyinlerinde gösterilen bu özel nöron tipine AYNA NÖRONLAR adı verildi. Daha sonra otistik çocuklarda yapılan araştır-malar sırasında bu çocukların beyinlerinde bu nöron grubunun yeteri kadar harekete geçmediği gösterildi ve bunun otizmde rol oynayan mekanizma olabileceği ileri sürüldü. Bu nöronlar daha sonra EMPATİ NÖRONLARI olarak da adlandırıldı.
Şimdi bütün bu bilgilere rağmen otizmin ne olduğun-dan henüz bahsetmediğimi de biliyorum. Otizm aslında tek tip bir tablo değil. Bu kavramın içinde yer alan bozukluklara Otizm Yelpazesi Bozuklukları deniyor. Ancak bunlardan hangisi olursa olsun hepsinin ortak özelliği, söz konusu olan çocuğun beklenen sosyal amaç ve işbirliği davranışlarında aksama göstermesi. Bu tür bir durum diğer çocuk gelişim bozukluklarıyla birlikte de olabiliyor. Otizm zekayla ilgili bir kavram olmaktan çok sosyal davranışlarla ilgili. Bu davranışlar ayna nöronların yoğun olarak bulunduğu beynin ön lobunun (frontal) ön bölümüyle ilgili görülüyor.
Otizm ve çocuk uzmanı olmadığım halde sizlere bu konuyu anlatmaya çalışmamın nedeni de bu gelişmeler yani nörobiyolojiyle ve davranış nörolojisiyle olan yakın ilgim bei de bir yerde “otizm uzmanı” yapıyor.
Ama ben yine de bu konuda kendime çok güvenme-meyi tercih ederek konuyu sizlere iki önemli kaynaktan aldığım bilgiler yoluyla aktaracağım. Kaynaklardan biri, otizmin yaşayan en popüler hastası olan Temple Grandin’in kendi otizmiyle ilgili anlattıkları. İkincisi ise en kıdemli otizm araştırmacıla-rından biri olan Cambridge’in hocası Simon Baron Cohen’in yaptığı araştırmalar.