YENİ

Gözümüzle Değil Beynimizle Görürüz : Cezanne ve Beyindeki Görme Sistemi

Resim, görülenden edindiğimiz izlenimlere göre değil görülenin özellikleri üzerine yapılmalıdır.” Cezanne

Resim sanatında izlenimci ve kübist akımlar arasında köprü kuran Paul Cézanne’ın bu rolü, en özlü biçimiyle onun şu varsayımına dayanıyordu; Bir şeyin resmini yapmak, o şeyin nasıl bir şey olduğu konusundaki düşüncemizi yansıtan bir sonuç olmaktan çok, o şeyin, hangi özelliklerinin sonucu olarak o şey haline geldiğini anlatmaya çalıştığımız bir tanıma-tanımlama eylemidir. Cezanne, 1870’lerde bu varsayımı dile getirdiğinde, bunun; Rönesans, Barok ve sonrası İzlenimci dönemin resim sanatı örneklerinin ana bakış açısını eleştirdiği sanat eleştirmenleri tarafından anlaşıldığında ve izlenimcilik-sonrası akımı başlatacak olan resimlerinde; görmenin, sadece göze giren ışıktan ibaret olmadığını ve öznel bir dizi işlemin sonucu olduğunu vurguladığında eleştirmenler tarafından deli ilan edilmişti. Bunun üzerine Paris’i terkeder ve uzunca bir süre için doğum yeri olan Provans’a döner.

Matisse’in “o hepimizin babasıydı” dediği ve aralarında Picasso’nun da bulunduğu birçok ressama ilham veren Cézanne, fırça darbeleri ve renk geçişleriyle soyut formlar yaratır ve formu hazır sunmak yerine kişiyi görmeye zorlar. Yeşil Elmalar Tablosu’nu yapmadan önce “Öyle bir elma resmi yapacağım ki, Paris günlerce konuşacak” sözü, bu bakış açısına ve sanatına güvenini ortaya koyar. Ona göre, bir yeşil elmayı tanımak bile gözün gördüğüyle karar verebileceği bir şey değil; elmanın renk, form ve boyut olarak olarak algılanmasını sağlayan ve daha karmaşık bir zihinsel işlevdir. Bu karmaşık zihinsel işlevin beyin tarafından yapıldığını bugün açık biçimde biliyoruz. Dolayısıyla da, “ Görmek için gözler yetmez, düşünmek de gereklidir” dediğinde, Cézanne’ın aslında beyinden bahsettiğini anlıyoruz.
Buradan, dünyayı tanıma ve tanımlamada duyu organlarının rolüne dair abartılı inanca ve bu inancın ilerki yüzyılda sürmesiyle bu konuda beynin rolüne dair ihmale geliyoruz ki, içinde bulunduğumuz beyin araştırmaları çağında bile, ne yazık ki, bu eksik anlayışın sürdüğünü itiraf etmeliyiz.
Konumuzdan kopmadan, gözün görme ve görüleni değerlendirme işinde neden yetersiz olduğunu, kaynak araştırmamız sırasında karşımıza çıkan bir yazının içinde yer alan görüşleri aktararak açıklamaya çalışalım; 

“Gözde retinanın merkezinde (fovea) bulunan hücre yoğunluğu daha fazla olduğu için bir şeye bakarken gözlerin odaklandığı nokta net, etrafı daha bulanık görünür. Ayrıca, merkezden uzaklaştıkça renk ileten hücreler azaldığından, görüş alanımızın en uç noktalarından iletilen bilgi siyah beyaz görünür. Buna ek olarak, görme sinirinin retinadan çıktığı ve beyne doğru yol aldığı noktada ise ışığa duyarlı hücreler yoktur. Bundan dolayı retinanın bu bölgesine kör nokta denir. Eğer retinadan beyne iletilen bilgiler bu kadar kısıtlıysa nasıl oluyor da biz çevremizi bölük pörçük veya siyah beyaz yamalarla görmüyoruz?
Retinaya ulaşan bilgi bu kadar sınırlı olunca, baktığımız her sahnenin birden fazla yorumu olabileceğini, görsellerin belirsiz olduğunu anlıyoruz.

Necker küpü (solda) ve krater illüzyonu

Örneğin, Necker küpü adı verilen ve bir küpün sadece dış çizgilerini gösteren bir çizimde birden fazla şekil algılamak mümkündür. Bu iki boyutlu çizime bakarken üç boyutlu bir küpe ya aşağıdan ya da yukarıdan bakıyormuş gibi algılarız. Göze ulaşan bilgi değişmediğine göre beyindeki işleyiş değiştiği için alternatif şekiller algıladığımızı düşünmek yanlış olmaz. Benzer bir olgu krater illüzyonunda da görülür: Çoğu izleyici bu gölgelendirilmiş iki yüzeye baktığında soldakinin ortasında bir çıkıntı, sağdakinin ortasında ise çukurluk olduğunu söyler. Aynı resmi baş aşağı tutup baktıklarında ise fikir değiştirip çıkıntı olan çizimin ortasında aslında çukur olduğunu düşünürler. Bunun sebebi, çizimdeki gölgelendirmenin kendi başına belirsiz olması, ve üç boyutlu bir şekil algılamak için beyindeki varsayımların devreye girmesidir. Işığın yukarıdan geldiğini varsayarsak soldaki gölgelendirme tümsek görünür, ama ışık aşağıdan geliyorsa, aynı şekil tam da bir çanağın gölgelendirmesi gibidir.

David Eagleman’ın Incognito kitabında benzettiği gibi, beynin işleyişi bir seri üretim hattından daha çok bir pazar yerine benzer. Bilgisayarların girdi-çıktı türü tek yönlü hiyerarşik işlemlerinin aksine, beyinde daha dinamik, birçok merkezin dahil olduğu ileri ve geri bildirimli bir iletişim vardır. Beyin kabuğunun (korteks) yaklaşık üçte biri görme ile ilgili fonksiyonlara ayrılmıştır, ve pazar yeri benzetmesindeki gibi birçok merkez vardır. Daha önce öğrendiğimiz bilgiler dahilinde varsayımlar yaparız (ör. ışık genelde yukarıdan gelir), veya görsel bilgiyi içeriğe uygun bir biçimde yorumlarız (ör. mutfakta gördüğümüz bir aletin çatal olma ihtimali tırmık olma ihtimaline göre daha yüksektir). Gördüğümüz nesnelerin şekillerini hatırlarız, böylece kafamızı oynattığımızda kör noktaya denk gelen –görünmeyen- bu nesneleri beyin hafızadaki bilgiye dayanarak tamamlar. Belirsiz sahnelerin açıklığa kavuşması veya retinadaki kör noktaya rağmen kesintisiz bir dünya algılamamız bu karmaşık işlemler sayesindedir.”
(Gözümüzle değil beynimizle görüyoruz-Dicle Dövencioğlu ; Konuk Yazar 08/03/2014)
Bu paylaşım, bir süre önce tartışmaya başladığımız Eşref Armağan vakasının çözümünü de yardımcı olacağı varsayılan bir paylaşım olarak düşünüldü.

Yorum Yapılmamış

Sağ Beyin-Sol Beyin Testi
2017-07-04 09:14:02 İnternette çok sayıda sağ beyin-sol...
Beyin ne organıdır?
2017-04-17 11:58:25 Beyin ona sahip olan bütün...
Beynin girintili-çıkıntılı yüzey yapısının bir anlamı var mıdır?
2017-04-17 13:15:12 Beyinlerde gördüğümüz girintili-çıkıntılı yüzey yapısının...
OTİZM VE BEYİN-1-
2017-05-30 08:56:14 İşte ortada kalmış konulardan biri...